1921 - 1929 yılları arası Kükreyen Yirmiler veya Caz Çağı olarak bilinir. Amerika'daki dans maratonları pek çok sosyal değişimin ve derin kültürel çatışmaların yaşandığı bu yılların neşeli, enerjik ve heyecanlı ruhundan doğdu.
1920'lerde Modern Olimpiyat Oyunlarının başlamasının üzerinden sadece birkaç on yıl geçmişti. Sınırları zorlamak, rekor kırmak neredeyse toplumsal bir takıntı haline gelmişti. İnsan dayanıklılığını sınayan pek çok etkinlik yapılıyordu.
Bu süre, sonraki yıllarda gerçekleşecek olan dansların yanında çok kısa kalacaktı.
Dans yarışmaları insanların ilgisini çekiyordu. Bu durum girişimciler için bir fırsattı; bundan nasıl para kazanabileceklerini düşünmeye başladılar.
Ülkede bir savaş sonrası iyimserliği ve ekonomide, endüstriyel işlerde gelişme vardı. Bu durum eğlenceye aç bir şehirli çalışan nüfus yaratmış olmakla beraber, kırsalda yaşayan Amerikalıların koşulları giderek zorlaşıyordu. Onlar çaresiz ve bıkkın haldeydiler. Çoğu için yarışmalar bir oyalanma, sıkıcı taşra hayatına biraz heyecan katma yoluydu. Para ödülünü kazanıp ekonomik sıkıntıları hafifletme umudu da işin cazibesini arttırıyordu.
Böylece ABD'nin her yerinde, en uzun süre dans edebilen çiftlerin ödüller alacağı resmileştirilmiş dans maratonları yapılmaya başlandı. Günler, haftalar boyunca sürebilen maratonlardı bunlar. Küçük bir giriş ücreti karşılığında izlenebiliyorlardı.
Birçok yerde organizatörler bunlardan walkathon (yürüyüş maratonu veya sponsorlu yürüyüş) olarak söz etti. Dans etmek halk arasında hala yer yer damgalanan, hoş bulunmayan bir şeydi. Maratonlar söz konusu olduğunda çiftler günlerce, haftalarca birbirlerine neredeyse yapışmış olarak zaman geçiriyorlardı. Walkathon terimi daha elit, daha yumuşak bir etki yapıyordu.
Farklı yerlerde düzenlenen maratonların özel kuralları da olmakla beraber, bazı şeyler standarttı. Dansçıların yarışmada kalabilmek için hareket halinde olmaları zorunluydu. Yavaşça ileri geri yürümek, ayakları aşağı yukarı hareket ettirmek bunun için yeterliydi. Bir dansçının dizleri asla yere değmemeliydi; bu bir diskalifiye sebebiydi.
Her 1 saatte 15 dakika dinlenme hakları vardı. (Bu sürenin daha az olduğu zamanlar da oldu) Molalar sırasında gereken tıbbi müdahaleler yapılıyor, hemşireler katılımcılara bakım ve masaj yapıyordu. Gün içinde defalarca yemek veriliyordu. Yemek yemek, gazete okumak, yıkanmak ve tıraş olmak gibi şeyleri dans ederken yapıyorlardı. Örneğin kadının boynuna bir ayna asılıyor ve partneri bu aynaya bakarak tıraş oluyordu.
15 dakikalık dinlenme süresini haber veren havalı korna çaldığında dansçılar, cinsiyetlere göre ayrılmış olan perdeli, karyolalı dinlenme alanlarına gidiyorlardı. Korna tekrar çaldığı zaman piste geri dönmeleri gerekiyordu. Süre dolduğunda uyanamayan kadınlara kokulu tuzlar koklatılıyor, bazen tokat atılıyordu. Erkekler ise sıklıkla içinde buzlu su olan bir küvete batırılıyordu.
Katılımcılar genelde yüzlerce dolar için yarışıyorlardı, miktar nadiren binlerce doları buluyordu. Başarılı bir maratonun organizatörleri ise çok daha fazlasını elde ediyordu. Maratonlar, en parlak zamanlarında, girişimciler, organizatörler, sağlık personeli, hakemler, sunucular, şovmenler, eğitmenler derken, çok sayıda insanı istihdam ediyordu.
Dans maratonlarının hikayesinde birçok kara leke vardı. Birçoğunun sonucu önceden belirlenmiş oluyordu. Ödül parasından kesinti yapan organizatörler vardı.
Mesai saatleri içinde bir fonograftan müzik yayını yapılıyordu ve yarışmacılar daha yavaş, daha rahat hareket edebiliyorlardı. Ama akşam saatlerinde seyirciler artınca canlı müzik çalınıyor ve daha hareketli olmaları, dans etmeleri bekleniyordu. Maratonun süresi uzadıkça yarışmacıların maruz kaldığı dayanıklılık yarışmaları da çoğalıyordu. Sürat yarışları yapılıyor, dinlenme süreleri azaltılıyor, tıbbi bakım olmadan daha uzun zaman geçirmeye başlıyorlardı. Kaval kemiği ağrıları, ayak kemeri düşmesi, bunyon gibi sorunlar yaşıyorlardı.
Bazı yarışmacılar, aşırı yorgunluk yüzünden, özellikle sabahın erken saatlerinde histerik hale geliyor, halüsinasyonlar görüyor, hayali arkadaşlarla konuşuyorlardı. Havadaki nesneleri yakalıyor, boş boş sırıtıyorlardı.
Ekim 1929'da ABD borsası çöktü ve ardından etkisi kısa süre içinde dünyanın hemen her yerine yayılacak olan Büyük Buhran başladı. Caz Çağının üstüne düşen bu büyük, karanlık gölge Amerikalıların dörtte birini işsiz bıraktı. Bu dönemdeki maratonlar artık farklı bir şeydi. Birçok katılımcı için bir beslenme yoluydu, başını sokacak bir yerinin olmasıydı. Bolca yiyecek ve bir barınak, 1930larda kolay ve bolca bulunan şeyler değildi. Büyük Depresyon dönemindeki bazı yarışmacılar için maratona katılmak bir hayatta kalma meselesiydi.
Çok uzun süren maratonlar artık eğlenceli yarışmalar olmaktan iyice uzaklaşmıştı. Bazı görüşlere göre, seyircilerin bir kısmı yarışmacıların acı çekmesini ve ne kadar dayanabileceklerini izlemeyi keyifli buluyorlardı. Gösteriler, zor durumdaki bazı izleyicilere kendilerini biraz daha iyi ve üstün hissetme fırsatı veriyordu.
Koşullar dansçılar için zor ve sıkıntılı olabilirdi. Fakat açlık ve evsizlik gibi alternatifler daha kötüydü.
Kolluk güçleri, maratonların kasabalarına istenmeyen kişileri de getirdiğini tespit etmişti. Organizatörler, maratonların girmediği bakir kasabalar bulmakta güçlük çekmeye başlamışlardı. Sinema salonu sahipleri, maraton sırasında müşteri kaybetmekten şikayet ediyorlardı. Yarışmalara gösterilen ilgi de azalmıştı. Ekonomi canlanmıştı ve insanlar işlerine dönüyorlardı. Bir dans yarışmasını izlemek için dışarıya çıkmak insanların önceliği değildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder